Tüm hamdler, topraktan yarattığı insanı muhatap alarak aziz kılan ve ona kelamların en güzeli ile hitap eden Allah Teâlâ’ya olsun.
İnsanoğlu nice asırlardan beri eğitim - öğretim çabası içindedir. Nitekim öğrenmek ve bilgi - birikim sahibi olmak, insanı yücelten yegâne zenginliktir. Elbette eğitim faaliyetlerinin her müspet sahada yaygınlaşması zarurî ve elzemdir. Nitekim insanlığın geleceği, gelişim ve tekamüle bağlıdır. İnsan, fenni ilimlere ihtiyaç duyduğu kadar İslâmi ve dinî ilimlere de muhtaçtır. Hatta fenni ilimler fani dünya hayatını etkiliyorken, dini ilimler ebedi olan ahiret hayatını etkilemektedir. Bu sebeple İslami ilimlerin gelişimi ve ilim sahibi yeni nesillerin yetiştirilmesi çok daha zorunludur.
Tarih, Müslümanların bu noktadaki çaba ve gayretlerine tanıktır. Nitekim bütün insanlığa “Allah'ın adıyla oku!" Diye hitap eden İslam dini ve insanlığın tekamül etmesi için çabalayan İslam Peygamberi, bu noktada bizim için çok büyük bir örnektir. Zira Hz. Muhammed Mustafa (sav), cahiliye toplumunu cehalet karanlığından ilmin aydınlığına çıkarmak için bütün gayretiyle İslam'ın yayılması için çabalamış ve bu uğurda başlı başına vahye dayanan kadim bir semavi külliyatı yeniden vazetmiştir. İşte bu noktada bahsi geçen vahiy külliyatını hece hece sadırlarına işleyen rehber nesil, çok büyük bir önemi haizdir.
Ashab-ı Suffe
Suffe Ehli, Mescid-i Nebevî'de, Hz. Peygamber'in (sav) mescidinde ikamet etmekteydi. Medine'ye hicret edildiğinde, Mescid-i Nebevî inşa edilirken mescidin kuzey tarafına Suffe[1] denilen kapalı bir mekân yapılmış, üzeri de hurma dallarıyla örtülmüştü. Çok amaçlı kullanılan mescidin Suffe kısmında yatılı talebeler kalıyordu. Bu şekilde, İslâm'ın ilk eğitim ve öğretim yuvasının temelleri atılmıştı. Burada kalan ve eğitim öğretim faaliyetlerine katılan Sahâbe-İ
Kirâma “Suffe Ehli” ya da “Suffe Ashâbı” denildi.
Ebû Saîd el-Hudri (ra), bir Medine akşamında muhacirlerin fakirleriyle birlikte bir mecliste oturuyordu. Topluluktaki insanların fakirlikleri kıyafetlerine yansımıştı. Öyle ki onların bir kısmı vücudunun tamamını örtecek bir elbiseye sahip olmadıkları için arkadaşlarının arkalarına gizlenmeye çalışıyorlardı. Orada bulunan bir başka kişi de onlara Kur'an okuyordu. Derken, Allah Resûlü (sav) çıkageldi ve yanlarına durdu. Bunun üzerine Kur'an okuyan kişi sustu. Resûlullah aleyhisselam onlara selâm verdi, sonra da “Ne yapıyorsunuz?” diye sordu. Oradakiler: “Yâ Resûlallah, o bize Kur’an okuyor, biz de Allah'ın Kitabı'nı dinliyoruz.” dediler. Şahit olduğu bu mütevazı ve samimi manzara karşısında Allah Resûlü aleyhisselamın mübarek dudaklarından şu sözler dökülüverdi:
-“Ümmetim arasında, kendileriyle birlikte sabretmem emredilen kimseleri yaratan Allah’a hamdolsun!”
Daha sonrada onların hepsine yakın olabilmek için halkalarının tam ortasına oturarak onlara katıldı.
Allah Resûlü'ne bu kadar yakın olma şerefine eren ve onun güzel sözlerine mazhar olan bu ilim ehli “fakir muhacirler”, İslâm'ın ilk eğitim ocağı olan Suffe'nin seçkin talebelerinden idiler. Ebû Hüreyre (ra), onların sosyal toplum içindeki durumunu şöyle anlatıyor: “Suffe Ehli, İslâm Ehli’nin (Müslümanların) misafirleriydi. Onların ne aileleri ne de malları vardı.”
İşte rehber ve öncü neslin kurucuları bu seçkin zatlardır. Onların adanmışlıkları bizim için takdis edilmesi gereken bir rehber davranıştır.
Suffe’de her yaşta insan mevcuttu. Sürekli orada kalanlar olduğu gibi geçici olarak gelip kalanlar da bulunmakta idi. Ebû Hüreyre, Ebû Zer, Vâsile b. Eska’, İrbâz b. Sâriye, Ukbe b. Âmir gibi sahâbîler Suffe’nin müdavimlerindendi. İlme ve Hz. Peygamber’in yanında bulunmaya düşkünlüğünden dolayı Hz. Ömer’in oğlu Abdullah ise Suffe’de kalmayı ve Resûlullah’ın (sav) yanında bulunmayı, baba evine tercih etmişti. Bu sayede Kur’an’ı, İslâm’ın esaslarını ve hadisleri daha fazla öğrenme imkânı bulmuştu.
Allah Resûlü aleyhisselamın en yakınında bulunan, zamanlarının çoğunu O’nunla birlikte geçiren bu talebeler, bizzat Resûlullah Efendimiz (sav) tarafından eğitilmiş ve O’nun teşvikiyle ilme her şeyden çok değer vermişlerdi. Bu durumu Suffe Ehli’nden Ukbe b. Âmir el-Cühenî şöyle nakletmektedir: “Biz Suffe’de iken Resûlullah (sav) yanımıza çıkageldi ve "Hanginiz sabahleyin Buthân veya Akîk’a gidip Allah’a (karşı) günah işlemeden ve akrabalık bağlarını kesme den iri hörgüçlü, gösterişli iki deve almak ister?" buyurdu. Oradakiler, “Hepimiz yâ Resûlallah." dediler. Efendimiz (sav), bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Vallahi birinizin her gün sabahleyin mescide gidip Allah’ın Kitabı’ndan iki âyet öğrenmesi, onun için iki deveden daha hayırlıdır. Eğer üç âyet öğrenirse üç deveden hayırlıdır. Dört âyet öğrenirse onun için dört deveden hayırlıdır. (Okunacak her âyet) kendi sayısınca deveden daha hayırlıdır.”
İşte Sevgili Peygamberimiz (sav) eğitim ve öğretimin önemi bu sözlerle son derece açık bir şekilde ifade etmiştir.
Yine tarih boyunca İslam toplumu, medineyet inşa çabasını sürdürmüş ve bu amaçla nice medreseler ve kütüphaneler inşa etmiştir. Bu noktada Daru'l-Hikme ve Daru'l-İlim müesseseleri, Nizamiye Medreseleri, Derun ve Enderun Medreseleri en seçkin örneklerdir. Bunun dışında İslâm coğrafyasında daha nice kütüphaneler ve medreseler, bugün hazin bir ruhla mazideki ihtişamını seyretmektedir.
Bu tür Medrese ve Zâviyelerin bütün İslam coğrafyasında olmak üzere başta Türkistan ve Horasan’da, Maveraunnehir yurtlarında, Mezaopotomya'da, Bosna'da ve çevre illerinde, Afrika ve Mağrip'te İslâmiyet’in Türkler ve daha nice milletler arasında yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur. Bu tür eğitim kurumları hem o beldeleri diriltmiş hem de toplumu ilim ve irfan ile tezyin ederek İslam medeniyetini inşa etmiştir.
Bu nitelikteki inşa hareketleri tarihin belki dönemlerinde sekteye uğrasa da ilim silsilesi hiçbir zaman kopmamıştır. Özellikle son yüz yılda Anadolu coğrafyasında ve yurdumuzun her bucağında çok ciddi sıkıntılar ile karşılaşılmıştır. Lakin hamdolsun ki bütün olumsuz girişimler akamete uğramış ve irfan kurumu olan medreseler varlığını korumuştur. Özellikle doğu illerindeki muhterem Seyda ve Molla'ların çabaları ve bahusus üstadımız Mahmut Efendi Hazretleri’nin büyük gayreti ile Medreseler tesis edilip muhafaza edilmiş ve Müslümanların istifadesine sunulmuştur. Bu noktada ehli insaf olan herkes takdir eder ki doğu medreseleri, Karadeniz Medreseleri ve İstanbul Medreseleri bu coğrafyayı ayakta tutan yegâne irfan yurtlarıdır.
Ancak bu noktada bir hususu kaçırmamak gerekir. O da bilgiyi tatbik sahasına dökmek ve onunla amel etmektir. Mütefekkirler "Bize ahlakın bilgisi değil kendisi lazım" derler. Aynı bu minvalde Mahmut Efendi Hazretleri de şöyle bir tespitte bulunur:
"Bizi ilimsizlik değil, amelsizlik bitirmiştir."
O halde Dilinde Kuranî bir efsun, kelimeleri bal tadında, her harfi en kıymetli bir mücevher ve her beyti nur saçan bir yelpazenin felek takdirinde gönül sahifelerine kondurduğu katreler misali gazeller terennüm eden ilim ehli bu hakikati gözden kaçırmamalıdır. Ehl-i ilim tabirinin en zarif tecessümü, ayet ayet beyan-ı mucizin ruh ve bedendeki en veciz aks-i sedası olan Efendimiz (sav), bu noktada abidevi bir örnektir. Nitekim Efendimiz (sav), hilmi ile nice Ebubekirlere, adaleti ile nice Ömerlere, hayâsı ile nice Osmanlara, hikmeti ile nice Alilere, geçmiş ve gelecek günahları affedilmiş olmasına rağmen ameliyle cümle ümmete örneklik ve önderlik etmiştir.
Cenab-ı Aişe validemize Ashab-ı Kiram gelip Efendiler Efendisinin ahlakından sual ederler, Hazret-i Aişe annemiz şöyle mukabelede bulunur: “Siz Kuran okumuyor musunuz? O’nun ahlakı Kuran’dı. O ‘Basiret ile idrak etmez misiniz?’ ve ‘İhlas ile amel etmez misiniz?’ hitaplarına adeta yegâne kendisini muhatap saymış ve İslâm ümmetinin yükünü şahsi sayıp gecesi-gündüzü ile amel etmiştir.”
O halde Ehl-i Kur'an’ın ve ehl-i ilmin ahlakı da Kelamullah’ın kendisine inzal buyrulduğu Muhammet Mustafa’nın (sav) ahlakı gibi olmalıdır. Nitekim ilim ehli gece ehlidir. Bir ilim talebesi ibadeti mizaç, secdeyi miraç, ila-i kelimetullahı hayatına minhac edinmelidir. Rabbine mahrem bir kul, huzur-u Mevla’da boynu bükük bir vaziyette züht ile kulluk libasına bürünmelidir.
Allah Teâlâ bu hakikati idrak etmeyi ve vahyin aksi sedası saydığımız ilme hizmet etmeyi cümlemize nasip etsin. Amin.
[1] Sofa, gölgelik